Sınır Tanımayan Oyunlar


Sevgili Anneanne,
Eládio Clímaco'yla tekrar görüşmek ne kadar güzeldi.
Onları şakalaşırken, geçmiş zamanların anılarını hatırlarken görmek, parkta oynayan iki mutlu çocuğu görmek gibi.
Benim için, onu her gördüğümde kaçınılmaz olarak bir zaman makinesine biniyorum, beni geçmişe götürüyor; daha doğrusu, benim kuşağımı simgeleyen Sınır Tanımayan Oyunlar'a.
Hepimizi ekran başında buluşturan bir televizyon programı. Yaz aylarında, genellikle Haziran ve Eylül ayları arasında yayınlanıyordu ve Avrupa ülkeleri arasında bir yarışmaydı. "Yaz anılarımızın" bir parçası.
Ah, o zamanları ne kadar özlüyorum!
Çeşitli ülkelerden takımlar inanılmaz derecede zorlu, eğlenceli ve yaratıcı oyunlarda yarışıyordu! Etkinlikler yüzme havuzlarında (ve ötesinde) gerçekleşti. Katılımcılar dengelerini korudular, zıpladılar, koştular ve kaçınılmaz olarak suya düştüler... Saf bir keyifti!
Sıra Portekiz takımına geldiğinde hep tezahürat ederdik. Katılan her şehir, gururla taşıdığı kendi bayrağını taşırdı. Tüm bu süreçte bize rehberlik eden kişi ise sevgili dostumuz Eládio Clímaco'ydu. Her zaman seçkin, zarif ve sakin, dost canlısı bir ses tonuyla.
Eládio, maçları büyük bir coşkuyla yorumlamakla kalmadı, aynı zamanda bizi o büyük Avrupa kutlamasının bir parçası hissettirdi. Televizyonda çok saygı duyulan bir isimdi ve tüm bir nesli etkiledi. İnsanlar arasında, rekabette bile, bugünkünden çok farklı bir birlik ruhu vardı, biliyor musunuz? Dostluk ruhu.
Sınır Tanımayan Oyunlar yalnızca bir eğlence değildi; aynı zamanda barışın, birliğin ve sağlıklı eğlencenin de simgesiydi.
Günümüzde cep telefonlarımızda bu kadar çok oyun ve video varken, bunun bizi ne kadar mutlu ettiğini tahmin edemezsiniz.
Televizyonda yüzlerce başka şey yapmış olmasına rağmen, o sonsuza dek "Portekiz'deki Sınır Tanımayan Oyunlar'ın yüzü" olacak.
Teşekkür ederim sevgili dostum Eládio.
Öpücükler
Sevgili torunum,
Çocukken çok seyahat ettiğimi hatırlıyorum: Beni büyüten amcam farklı ülkeleri gezmeyi severdi ve uçaklardan çok korktuğu için hep arabayla giderdi. Altı kişilik (şoför hariç) devasa bir Chrysler'dı ve İtalya'dan geçerken insanların sadece "Guarda, che bella machina!" (Şu güzel arabaya bakın) diye nefes nefese konuştuğunu duyabiliyordum.
Elbette, bazen yolculuklar biraz fazla hızlıydı. Torino'ya vardığımızı hatırlıyorum, her zaman yaptığı gibi şehir merkezinin nerede olduğunu sordu, oraya vardık, arabadan indik, etrafa baktık, "Anlıyorum." Ve doğruca vakit kaybetmek istemediğimiz başka bir şehre doğru yola koyulduk.
Ama en sevdiğim seyahatlerden biri Galiçya'daki Mondariz'di. Amcamın orada yaşayan çok iyi bir arkadaşı, Galiçyalı vardı ve ara sıra oraya giderdik. Küçük bir otelde kalırdık ve sahibi Dona Clara akşam yemeğinde piyano çalardı. Müzik tamamen akortsuzdu ama hepimiz alkışlarla eşlik ederdik. Ayrıca bizi çok severdi çünkü her zaman ona kilolarca kahve getirirdik, çünkü oradaki kahve berbat bir karışımdı.
İşte o andan itibaren Camino de Santiago'yu yürümek istedim. (Şimdi tabii ki geçti!) Otelimize bastonlarına yaslanarak gelen yürüyüşçüler vardı ve ben onları büyülenmiş bir şekilde dinledim. Gördükleri her şeyi anlattılar. Ve daha neler göreceklerini. "Onlarla gitmeliyim!" diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Ama sonra, benden biraz büyük olan ve büyük bir kıskançlıkla her zaman Mondariz'de yaşayan arkadaşım Lalo ile oynamaya giderdim. Lalo'yu da bir amca büyüttü; iyi bir arkadaşım olan Galiçyalı bir adam.
Yıllar geçti, hayatımız başka yönlere gitti, Mondariz haritada unutulmuş bir yer haline geldi.
Sadece Lalo arkadaşım olarak kaldı.
Televizyonda çalışmaya başladı. Kısacası: O, Eládio Clímaco. Ama benim için o, Lalo ve her zaman öyle kalacak.
Öpücükler
Jornal Sol