Zehirli ebeveynler: İlişkiyi ne zaman bitirmeli?

Sarah, 21. yaş gününden birkaç gün önce annesiyle bağlarını kopardı. Kimliğini korumak için raporda ismi değiştirilen genç kadın, "Gerçekten çok sinirleniyordum" diyor. Ailenin dağılması bir telefon görüşmesi sırasında gerçekleşti.
Sarah'ın anne ve babasının onun doğum gününü kutlamakla meşgul olmaları, aralarındaki soğukluğun sebeplerinden sadece biriydi. Sarah, annesinin soğukluğundan, bencilliğinden ve ilgisizliğinden bıkmıştı. Annesinin akademik geçmişini küçümsediğini ve aile çiftliğinde yardım etmesi için kendisine baskı yaptığını söylüyor.
Ancak Sarah'ı en çok üzen şey, annesinin onu kontrolcü ve sık sık taciz eden babasından korumaya hiç çalışmamasıydı.
Sarah iki üç yıl annesiyle konuşmadı, annesi de onu hiç aramadı. "Hatta özgürleştiriciydi bile" diye hatırlıyor.
Ancak yurtdışına taşınmaya karar verince, işleri çözümsüz bırakmamak için ailesiyle iletişime geçti. Ancak tutumları hayal kırıklığı yarattı. Sarah'a göre, sanki hiçbir şey olmamış gibi davrandılar ve bu da ilerleyen yıllarda aralarında yeni mesafelerin oluşmasına yol açtı.
Uzmanlar, ebeveynler ile çocuklar arasındaki mesafenin giderek açıldığını düşünüyor ancak bu görüşü destekleyecek veri bulmak zor. Bilinen bir gerçek var ki, aile içi dağılmalar şaşırtıcı derecede yaygınlaştı, ancak karar vermek kolay değil.
Zaten bizi yaratandan kopmak ne zaman doğrudur ki? Bu seçim daha fazla mutluluk getirir mi? Daha fazla bilgelik? Sonuç olarak, ebeveynler çocuklarına ne borçludur ve çocuklar ebeveynlerine ne borçludur?
'Konu hala tabu'Batı İngiltere Üniversitesi'nde psikoloji profesörü ve Hiçbir Aile Mükemmel Değildir: Karmaşık Gerçekliği Kucaklama Rehberi kitabının yazarı Lucy Blake, aile içi dağılmalar konusunda nispeten az araştırma olduğunu söylüyor. "Bu hala bir tabu" diyor.
"İnsanların konuşmak istemediği korkutucu bir konu. Bunun sadece başkalarının başına geldiğini düşünüyorlar."
2022 yılında yayınlanan ve ABD'de 8.500'den fazla kişiyle yapılan bir anketin verilerini kullanarak yapılan bir araştırma, katılımcıların %26'sının 24 yıl içinde babalarından, %6'sının ise annelerinden uzaklaştığını ortaya koydu. Bunlar arasında, anne ve babasını arada sırada da olsa görebilenler de vardı.

Almanya'da 10 bin 200 kişiyle yapılan benzer bir ankette, katılımcıların yüzde 9'unun 13 yıllık bir süre içerisinde annelerinden, yüzde 20'sinin ise babalarından uzaklaştığını ortaya koydu.
2020 yılında yayınlanan bir kitapta ayrıntıları verilen, ABD'de 1.340 kişiyle yapılan bir başka ankette, Cornell Üniversitesi'nden sosyolog Karl Pillemer, katılımcıların yüzde 10'unun ebeveynlerinden veya çocuklarından uzak kaldığını, hiçbir şekilde iletişim kurmadığını tespit etti.
Yapılan çalışmalara rağmen, aile içi dağılma yaşayan kişilerin zaman içinde nasıl bir tablo çizdiğini gösteren bir veri henüz bulunmuyor. Bu da bu olgunun artıp artmadığını bilmeyi zorlaştırıyor. Pillemer gibi bazı araştırmacılar buna inanıyor.
"Baby boomer'lardan önceki nesillerde, kan bağının daha yüksek sesle konuştuğu çok güçlü bir aile dayanışması normu vardı. Ancak bu norm zayıfladı," diyor Pillemer ve bunun ille de kötü bir şey olmadığını savunuyor. Zamanla istikrarlı birliktelikler ve çocuksuz çiftler gibi yeni aile örgütlenme biçimleri de daha fazla kabul görmeye başladı.
Aile yabancılaşması konusunda çalışmalar yapan ve bu konuda birçok kitap yazan psikolog Joshua Coleman da aynı fikirde. Bu hareketin arkasında giderek artan bireyselciliğin yattığını da ekliyor.
"Bireycilik kültürü, kendinize, kimliğinize, kendi mutluluğunuza odaklanmak etrafında döner" diye vurguluyor. "Bununla birlikte diğer insanlarla olan ilişkilerimiz ikinci planda kalıyor."
Yapılan araştırmalar, ABD'deki yaşlı ebeveynlerin, İsrail, Almanya ve İngiltere gibi daha az bireyci ülkelere kıyasla çocuklarıyla kötü ilişkiler kurma olasılıklarının iki kat daha fazla olduğunu gösteriyor.
Sosyal ağların ve terapinin etkisiColeman, bu olgunun sosyal medya tarafından daha da güçlendirildiğini savunuyor. İnternette benzer düşüncelere sahip insanlardan oluşan bir grup bulmak giderek kolaylaşıyor ve birçok sosyal medya fenomeni, takipçilerini "zehirli" insanlarla bağlarını koparmaya teşvik ediyor.
Terapiye giden kişi sayısındaki artışın da önemli bir etken olduğunu ancak bunun her zaman olumlu olmadığını belirtiyor. Terapistlerin hikayenin sadece bir tarafını dinleyip, yakınlarıyla hiç tanışmadan onlara psikiyatrik rahatsızlıklar "teşhisi" koyduğu durumlar da var. Ancak bu durum psikiyatri ve psikoloji alanının etik kurallarına aykırıdır.
Coleman, terapiye başladıktan sonra ebeveynlerini toksik, narsistik veya borderline kişilik bozukluğuna sahip olmakla suçlayan birçok yetişkin gördüğünü söylüyor.
Bu, bağları koparmanın mutlaka kötü bir karar olduğu anlamına gelmiyor. Pillemer, özellikle çocukken istismara uğramış olanların bunu yapmak için geçerli nedenleri olduğunu söylüyor.
"Bununla ilgili herhangi bir toplumsal damgalama olmamalı" diye savunuyor.
Coleman, ebeveynlerin tamamen uzlaşmaz, pişmanlık duymayan ve dinlemeye isteksiz olduklarında da aynı şeyin olabileceğini söyleyerek buna katılıyor.
Ailenin dağılmasının nedenleriPillemer'in 300 kişiyle yaptığı anket ve derinlemesine görüşmelerden oluşan araştırması, yoksunluğun genellikle tek bir büyük travmatik olaydan değil, "küçük olumsuz etkileşimlerin birikiminden" kaynaklandığını buldu.
Mesela damatlar, gelinler, kaynanalar arasındaki sürekli sürtüşmeler ilişkiyi kopma noktasına kadar yıpratır.
Coleman liderliğinde 1.000'den fazla kişiyle yapılan ABD anketinde, katılımcıların çoğu yabancılaşmanın başlıca nedeni olarak akrabaların belirli eylemlerini veya aile dinamiklerini gösterdi.
Çoğu durumda bu ayrılıklar boşanma sonrası bir bağlamla, örneğin bir ebeveynin yanında yer almak veya yeni partneri reddetmekle bağlantılıydı.
Kimlik ve cinsellik soruları da sıklıkla gündeme geliyor; örneğin bazı ebeveynler çocuklarının eşcinsel olduğunu kabul etmeyi reddediyor. Yaklaşık yüzde 20'si ise aile içi yabancılaşmanın nedeni olarak siyasi farklılıkları gösterdi.
Blake, Birleşik Krallık'ta aile üyeleriyle bağlarını koparan yaklaşık 800 kişiyle röportaj yaptı. Çoğu, ayrılmalarının başlıca nedeni olarak duygusal şiddete maruz kaldıklarını söyledi. Araştırmacı, "Bu durum genellikle çok katı, kontrolcü veya otoriter bir yetiştirme tarzı gibi sorunlu ebeveynlik kalıplarıyla ilişkilidir" şeklinde açıklıyor.
Ancak araştırmasında katılımcıların ayrılıkla başa çıkmak için yardım aradıklarını, bunun da bu tür durumları yaşayan herkesin deneyimini yansıtmadığını belirtiyor.
Yine de Blake, bunun, zor aile ilişkilerinin sıklıkla gözden kaçan bir yönünü ortaya çıkardığına inanıyor. "Kimse kendini güvende hissetmediği bir ilişkide kalmamalı. Fiziksel veya cinsel tacizi düşünme eğilimindeyiz, ancak duygusal taciz hakkında da konuşmamız gerekiyor."

Coleman ve Pillemer, "duygusal taciz" teriminin karmaşık olduğunu ve yanlış yorumlanabileceğini savunuyorlar. Coleman'a göre bazı durumlarda çocuğun ruh sağlığı sorunları veya madde bağımlılığı olabiliyor ve bu da onun ebeveynlerini haksız yere tacizci figürler olarak göstermesine yol açabiliyor.
Ancak bunun, duygusal istismarın gerçekten onu deneyimleyenler üzerindeki etkilerini küçümsemek için bir bahane olmasına izin vermemek veya sadece yıllar önce olmuş diye istismar anılarını geçersiz kılmamak önemlidir.
Coleman ayrıca sağlıklı ebeveynliğin ne olduğuyla ilgili kuralların sürekli değiştiğine dikkat çekiyor. Bugün duygusal taciz veya ihmalkarlık olarak kabul edilen davranışlar, geçmişte bu şekilde görülmeyebilir.
Örneğin, günümüz ebeveynleri ruhsal sağlık sorunlarıyla mücadele eden çocuklarını tanımak ve desteklemek konusunda zorluk çekiyor. Ancak 40 yıl önce ruh sağlığına dair anlayış oldukça sınırlıydı.
Anne-babamıza ne kadar borcumuz var?Elbette bazı insanlar için anne-babalarıyla bağlarını koparmak gerekiyor. Peki, sonuçta onlara ne kadar borcumuz var?
University College Dublin'den filozof Christopher Cowley'e, anne babamıza ömür boyu sürecek bir ilişki borcumuz olup olmadığı sorulduğunda, "Kararsız kaldım" diyor.
"Bir yandan, metafizik ve varoluşsal anlamda, anne ve babama kelimenin tam anlamıyla her şeyi borçluyum. Ama tabii ki, eğer bir tür ebeveyn istismarına maruz kaldıysam, bu muhtemelen artık onlara karşı hiçbir yükümlülüğüm olmadığı anlamına gelir."
Çocuk olduğumuzda ilişki içindeki güç ve sorumluluk tamamen anne babanın elindedir. Ama yaş ilerledikçe bu durum değişiyor.
Cowley, ergenlik döneminde çocukların ebeveynlerini suçlamasının ve eleştirmesinin büyüme sürecinin doğal bir parçası olduğunu açıklıyor. "Ama yetişkin olduğunuzda, tüm sorunlarınızın suçunu anne babanıza yükleyemezsiniz," diyor.
Bir noktada ebeveynlerimiz yaşlanır ve daha savunmasız hale gelirler. İşte bu noktada biraz daha sabır ve şefkat göstermemiz gerekiyor diyor. Cowley'e göre ebeveynler ve çocuklar arasındaki ideal ilişki bir arkadaşlığa benzemeli.
Dış etkenlerin etkisiBir şeyde başarısız olduğumuzda, bunun sebebini dış etkenlere bağlamaya eğilimliyiz. Örneğin bir teslim tarihini kaçırdığımızda, bize yeterli zaman verilmediğini veya hatta "köpeğin ödevi yediğini" söyleriz.
Ama biz her zaman başkalarının hatalarına karşı bu kadar anlayışlı olmuyoruz. Dolayısıyla anne babamıza karşı adil olmak istiyorsak dış etkenleri de göz önünde bulundurmalıyız.
Kötü bir yetiştirme tarzına bilgi eksikliği, ruhsal veya sağlık sorunları ya da maddi zorluklar katkıda bulunmuş olabilir mi?
Pillemer, bağları kopan bir anne ve oğluyla yaptığı röportajı hatırlıyor. Yaklaşık 25 yıldır görüşmüyorlardı. Annesi hakkında, "kocası onu 1960'ların başında terk etti ve o zamanlar kadınlar için seçenekler çok sınırlıydı. Bu yüzden çok iyi olmayan ama tacizci de olmayan bir adamla yeniden evlendi." diyor.
Pillemer'e göre, "Oğul annesine bu yüzden kızıyordu, ancak annesi ailesinin korunmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyordu ve sonunda da öyle oldu."
Coleman, sıklıkla karşılaştığı bir senaryoyu aktarıyor: Ebeveyn desteği olmadan, bekar anneler tarafından yetiştirilen yetişkin çocuklar.
"Bazen çocuk, 'Çok fazla uzaktaydın ve kendimi ihmal edilmiş hissettim' diyor" diyor. "Bir yandan annenin bu duyguya empati duyması gerekirken, oğlunun da annesinin onu tek başına geçindirebilmek için iki işte çalıştığını kabul etmesi gerekiyor."

Ebeveynlerimizin davranışlarını anlamaya çalışmak bize huzur verebilir. Sonuçta, her şeyin kasıtlı olmadığını fark etmemizi sağlıyor ve bu da birçok durumda acının hafiflemesine yardımcı oluyor.
Bu, onları affetmemiz veya onlarla yeniden iletişim kurmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Ancak durum hakkında netliğe kavuşmak, geçmişin ağırlığını hafifletebilir ve eğer bir gün ebeveyn olursak üzerimizdeki baskıyı azaltabilir.
Cowley, birini hayatımızdan çıkarmadan önce, yabancılaşmanın uzun vadeli psikolojik etkilerini göz önünde bulundurmamızı öneriyor. "Ebeveynlerinden biri ölse yine de kendini iyi hisseder miydin? Seni neyin rahatsız edeceğini kontrol edemezsin."
Bazı insanlar için, gelecekteki konuşmalara yer bırakmak adına, asgari düzeyde de olsa bazı iletişim kanallarını açık tutmak en iyisi olabilir. Bağlarımızı tamamen kopardığımızda, hayatımızın geri kalanını gerçekte ne olduğunu anlamaya çalışarak geçirebiliriz.
Cowley ayrıca İncil'de yazılı olan ve filozof Kant tarafından savunulan bir ilkenin uygulanmasını öneriyor: Başkalarına, kendinize davranılmasını istediğiniz gibi davranın. Cowley, “Kendinizi gelecekte hayal edin” diyor.
Büyümüş çocuğunuz size, bugünün standartlarına göre yetiştirilme tarzınızın kötü olduğunu söylese ne hissederdiniz? Pillemer, "Ebeveynlerimizin hatalarını asla tekrarlamayacağımıza inanmak kolaydır, ancak başkalarını yapacağız" diyor.
HatıralarDüşünülmesi gereken son bir soru: Çocukluk anılarınız tamamen doğru mu? İnsan hafızası kusurludur ve bizler, özellikle yetişkinler olarak, anıları çarpıtma veya anılar uydurma eğilimindeyiz.
Bu, kendimizi nasıl algıladığımızı etkileyebilir. Örneğin, kendinizi dışa dönük biri olarak görüyorsanız, anılarınız keyif aldığınız insanlarla ve sosyal olaylarla dolu olabilir. Ancak daha sonra kendinizi içe dönük biri olarak tanımlarsanız, anılarınız değişebilir ve yalnız olduğunuz veya sosyal durumlarda kendinizi rahatsız hissettiğiniz zamanları daha fazla hatırlayacaksınız.
Aynı şey, ebeveynlerimizle ilgili sahip olduğumuz anılar ve onların bizimle ilgili sahip oldukları anılar için de geçerli olabilir. Bu, bazı insanların neden kendilerini uzaklaştırmayı seçtiğini açıklamaya yardımcı olabilir.
Coleman, birçok insanın ebeveynleri hakkında çelişkili anılarla yaşamayı stresli bulduğunu söylüyor. Ayrıldıklarında artık bu şekilde hissetmelerine gerek olmadığını anlarlar ve iyi şeyleri silmek için sadece kötü şeyleri kucaklarlar.
Belki de en önemli soru, bağları koparmanın bizi gerçekten daha mutlu edip etmediğidir. Pek çok insan için evet.
Coleman, "Araştırmalar, yetişkin çocukların sosyal mesafe sonrasında kendilerini daha mutlu ve daha az stresli hissettiklerini gösteriyor" diyor.
"Utanç veya suçluluk duygusuna rağmen doğru kararı verdiklerini hissediyorlar. Ebeveynler için durum tam tersi. Üzgün, kafası karışık ve kalbi kırık hissediyorlar."
Ama bazı durumlarda ilişkiyi bitirmek başka sorunları da beraberinde getirebilir.
Lucy Blake, yaptığı araştırmalarda ebeveynlerinden uzaklaşan birçok çocuğun, özellikle de ailelerin geleneksel olarak çok fazla zaman geçirdiği tatil dönemlerinde zorluk çektiğini tespit ederek, "Yabancılaşma inanılmaz derecede yalnızlaştırıcı olabilir" diyor.
"Eğer ebeveynlerinizle bağlarınızı koparmak konusunda ciddiyseniz, etrafınızda sizi destekleyecek bir ağ olduğundan emin olun," diye öğütlüyor.
UzlaşmaPillemer'in araştırmasında, insanların sadece dörtte biri ailevi ayrılıktan rahatsız olmadığını söyledi. Röportajda birçok kişinin karardan memnun olduğunu söylediğini ancak daha sonra üzgün olduklarını ve işlerin çözülmediğini itiraf ettiğini aktardı.
Birçok kişi ayrıca kararlarından pişman olmaktan korkuyordu. "Uzaklaşmanın yetişkin çocuğa zarar verdiğine inanıyorum çünkü çocuk kendi kökenleriyle bağını kaybediyor."
Cowley, Pillemer ve Coleman, ebeveynlerinizle ilişkinizi sürdürmenin gerçekten dayanılmaz hale gelmesi durumunda, ideal olanın geçici bir ayrılıkla başlamak olduğu konusunda hemfikir. Coleman, "Her gün, yıllardır çocuklarından uzaklaşmış, kalbi kırık ebeveynlerle karşılaşıyorum" diyor ve uzaklaşmayı seçen çocukların bir yıl sonra yeniden bağ kurmaya çalışmalarını öneriyor.
"Bazen bu süre ebeveynlerde bir şeyleri uyandırmaya yeter" diyor.
Ebeveynler ilişkiye daha fazla zaman, para ve emek harcadıkları için ayrılıklar onlar için daha büyük bir sorun haline gelir ve bu da genellikle ilişkiyi onarmakta zorlanmaları anlamına gelir.
Uzlaşma mümkündür. 2022 yılında ABD'de 8.500 kişi üzerinde yapılan bir araştırmada, annelerinden uzaklaşmış katılımcıların %62'sinin, babalarından uzaklaşmış katılımcıların ise %44'ünün analiz edilen 10 yıllık süre içerisinde en azından geçici olarak barıştığı tahmin ediliyor.
Annesi ile sınırlı da olsa iletişimini sürdüren Sarah'ın başına gelen de budur. "Yaşlanıyor ve zor bir hayat geçirdi. Bunu yaşamak zorunda kalmasına çok üzüldüm," diyor Sarah.
Ebeveynler çocuklarına mükemmel bir çocukluk borçlu değildir. Ve çocuklar anne babalarına sonsuz bir minnet borçlu değillerdir. Belki de birbirlerine borçlu oldukları şey empati, öz değerlendirme ve dinleme isteğidir.
BBC News Brasil - Tüm hakları saklıdır. BBC News Brasil'in yazılı izni olmaksızın her türlü çoğaltılması yasaktır.
terra