Göksel Göksu yazdı – Ben de oradaydım: Silahlar yakılırken kameranın göstermedikleri

Cumhur İttifakı’nın “Terörsüz Türkiye,” DEM Parti ile PKK lideri Abdullah Öcalan’ın da “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” olarak adlandırdığı çözüm sürecinde kritik bir aşama geride kaldı. Kürtler için sembolik öneme sahip nice isyana ev sahipliği yapan Jasana Mağarası’nın adı 11 Temmuz’dan itibaren silahları susturan bir seremoniyle anılacak.
15’i kadın 30 PKK militanı o mağaraya çıkan merdivenlerden tek sıra halinde indi, beraberlerinde getirdikleri güne dek ateş saçan silahları ve bellerindeki palaskaları dev bir çanağın içine attı, ateşe verdi. Kızgın güneşin altında gerçekleşen töreni izlemeye gelenlerin o anlarda çıtı çıkmadı. Sessizliği delen gerilerden gelen bir kadının yutmaya çalıştığı belli belirsiz bir hıçkırık sesi oldu sadece. O sesler artacak gibi olunca “Biji Serok Apo” sesleri yükseldi, önceden “slogan atılmayacak” uyarısı yapılmış olmasına rağmen… Tıpkı bir film karesi gibi, silahları ateşe verenler arkalarına bakmadan geldikleri gibi gittiler. Ve silahlar sustu!
Yaklaşık 50 yıllık bir sürecin sona ermesini yukarıdaki satırlara sığdırmak mümkün değil. Ne tören alanında olanların ne de o töreni izleyenlerin silahların susması gerektiği konusunda bir tereddütü var. Ama herkes o gün birer sembole dönüşen silahlarla bu ülkede 50 bin kişinin can verdiğinin farkında. Sıra silahların suskun kalması için atılması beklenen adımlara geldi ve bugüne gelmek her ne kadar kolay olmadıysa da süreç asıl şimdi başlıyor…
Süleymaniye ile Dukan arasındaki turistik mağara, vaktiyle kendisini “Kürdistan Kralı” ilan eden Şeyh Mahmud Hafid Berzenci’nin 1. Dünya Savaşı sonrasında İngilizlere karşı isyan başlattığında sığındığı yermiş. Uzun yıllar silahlı ayaklanmaların organize edildiği ve Berzenci’nin Süleymaniye’den kaçarken yanında getirdiği baskı makinesiyle ilk Kürtçe yayınlardan olan “Hakkın Sesi” dergisinin basıldığı bu korunaklı mağara, bir dönem Peşmerge tarafından üs olarak kullanılmış.
Ortadoğu çalışmaları uzmanı Doç. Dr. Seevan Saeed’in BBC Türkçe’ye yaptığı değerlendirmeye göre, silahların, sırtını sarp kayalıklara yaslayan, şelalelerle çevrelendiği söylenen -görmediğim için anlatılanlarla yetiniyorum- o mağaranın önündeki düzlükte imha edilmesinin de sembolik bir önemi var. PKK böylelikle savaş için kendilerine sığınak olan bu mağaranın, barış ortamında turistik bir mekana dönüşebileceğinden hareketle bir anlamda barış çubuğu tüttürüyor.
Bu kritik ana tanık olmak hem önemli hem bir haberci için eşsiz bir deneyimdi. Merdivenlerden silahlarıyla tek sıra halinde inen 30 PKK’lının, Bese Hozat’ın yapacağı açıklama için hazırlanan platformdaki yerlerini aldığı sırada gözüm bu -sembolik olmakla birlikte çok önemli olan- anı izleyecek gruptaydı. Az sonra silahların imha edilecek olması ne kadar önemliyse, gündelik hayatta aynı ortamda bulunması neredeyse imkansız olan katılımcıların aynı mekanda bir araya gelmesi de bir o kadar ilginçti.
DEM Parti Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları olmak üzere eski ve yeni milletvekilleri, yurtdışı yasağı sadece üç gün önce kaldırılan Ahmet Türk ve Gültan Kışanak -ki çoğunluk yurtdışı yasaklarının törenden önce kaldırılmasını da bir mesaj olarak değerlendiriyor- gibi Kürt siyasetinin duayen isimleri, baro başkanları, STK temsilcileri oluştursa da, Türkiye Cumhuriyeti devleti de oradaydı.
“Gördün mü?” diye soracak olursanız, hayır görmedim.
Ne Türkiye’den gelen bir bakan vardı tören alanına ne de örneğin müsteşar düzeyinde bir katılım. AKP ya da MHP’li bir siyasetçi de yoktu.
“Peki devletin orada olduğunu nereden biliyorsun?” derseniz de cevabım şu: “Oradaydı, hem de süreci sahiplenmişçesine ön plandaydı. Biliyorum ama kanıtlayamam…”
Ama tarif etmeyi deneyebilirim… Silahların imha edileceği tören öncesinde yürütülen görüşme trafiği, Mithat Sancar ve Pervin Buldan’dan oluşan İmralı heyetinin Cumhurbaşkanı’na yaptığı ziyaret, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Irak’ta yürüttüğü ikili görüşmeler, töreni DEM Parti’nin davetiyle izleyecek ekibin sınırda törenle karşılanıp KGB bölgesindeki seyahat boyunca Erbil’e ulaşana dek eskort eşliğinde güvenlik çemberine alınması, tören alanında Irak ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin aldığı olağanüstü güvenlik önlemleri, Türkiye’nin inisiyatifiyle ve yine Türk yetkililerin oluşturduğu ayrı bir güvenlik çemberi içinde tören alanına getirilen iktidara yakın basın mensuplarının varlığı, yol üzerindeki Iraklı özel harekat timlerinin kimilerinin üniformasında göze çarpan ABD bayrağı bu törenin tek sahibinin olmadığını göstermesi bakımından fikir vericiydi.
Asıl ilginç olan ise devlet kanadının davetlisi olarak gelenlerle, DEM Parti’nin davetlisi olarak gelenlerin avuç içi kadar alanda gözle görünür şekilde ayrışmasıydı benim için… Birbirlerinden ayrıştırılarak oturdukları sandalyelerde, aynı şeye bakıp farklı şeyler gördüklerini orada olup da hissetmeyen olduğunu sanmıyorum.
Bir tarafın yukarıda anlattığım özellikleri nedeniyle çok fazla önem atfettiği tören alanı, diğer tarafın deyim yerindeyse “kibir”li bakışlarına maruz kalıyordu. Örneğin mağaraya giden yolu gösteren turistik tabelayı göstererek -ki o mağaranın dağcılar, rafting yapanlar vs. tarafından geleninin gideninin çok olduğu söylendi sonradan- bıyık altı bir gülüşle “Niye turistikmiş ki burası, kim geliyormuş” diyor, PKK’ya gönderme yapan bir bakışla. Ya da silah bırakacak PKK’lıların yarısının kadınlardan oluşmasını sorguluyor… Silahlar ateşe verildiği sırada kim tarafından organize edildiğini çözemediğim ve önceden oluşturulan “protokol gereği” denilerek bariyerlerin öte tarafına oturtulanların, Bahçeli’nin bile “kurucu önder” dediği Öcalan için “Biji Serok Apo” sloganı atılmasını yadırgayışları, zeytinyağı ile suyun aynı bardağa konulması gibi göründü gözüme!
Hem aynı bardakta olmak istiyorlar hem de özgül ağırlığı gereği zeytinyağı misali üste çıkıyorlardı… Öyle ki yerine kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Ahmet Türk platformu tam karşıdan gören ve benim “devlet”in varlığını hissettiğimi söylediğim alandaki yerini alırken, DEM Parti Eş Genel Başkanları Bakırhan ve Hatimoğulları orada değildi. Onların töreni baştan sona kadar platformun yan tarafında kalan ve yine protokol gereği yerleştirilen bariyerin diğer tarafından izlemeleri dikkat çekmeyecek gibi değildi.
İşte bu tablonun bende bıraktığı izdüşüm, tarafların aynı atmosferde bile henüz “BİZ” ol-a-madığını ve bunun için katedilmesi gereken bir mesafenin var olduğu. Yine de çok kıymetliydi. Çünkü her şeye rağmen zıt kutuplarda oldukları her haliyle görünür olan farklı dinamiklerin, içten içe söylenerek de olsa bir araya gelebilmesi hem bir ilkti hem de sürecin devamlılığına duyulan güveni pekiştirmek açısından “temkinli” bir ümit vaat ediyordu.
Tören alanında dikkat çeken bir başka ayrıntı da Bese Hozat açıklama yaparken her ne kadar fonda Abdullah Öcalan olsa da, Öcalan’ın daha iki gün önce yayınlanan videosundan alındığı anlaşılan fotoğrafı dışında bir süre önce feshedilen PKK’yı çağrıştıracak hiçbir şey yoktu. Silah bırakan 30 PKK’lı her ne kadar sahneye askeri nizamda çıksa da, ayaklarında PKK ile özdeşleşen mekapları hâlâ olsa da geçmişte yaşanan Habur deneyiminin estirdiği olumsuz havanın tekrar etmemesi için azami özen gösterildiği çok aşikardı.
Bana kalırsa başarılı da oldular. Abartıdan da gösterişten de uzak duruldu, Bese Hozat’ın ardından Behzat Çele de açıklamanın Kürtçesini okudu ve 30 PKK’lı önce silahlarını sonra da palaskalarını büyük metal çanağa teker teker yerleştirdi ardından da Bese Hozat ve Behzat Çele ellerindeki meşalelerle üzerine yakıcı madde dökülen silahları ateşe verdi. İçlerinden birinin İHD, ÖHD ve TİHV’den birer temsilcinin oluşturduğu heyete, Irak ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin gözetiminde silahların envanter seri numaralarını teslim etmesinin ardından 30 kişi merdivenlerden çıkarak geldikleri yoldan sarp kayalıklara döndü.
Kendilerine “Barış ve Demokratik Toplum Grubu” adını verdiği anlaşılan PKK’lıların silahları teslim etmek yerine imha etmesi, toplantıya katılanların kimine göre “Bundan böyle silah kullanmayacağız”, kimine göre de örgütün teslim olmadığı ve kendi iradesiyle silah bıraktığı anlamına geliyor olsa da, aynı törendeki bariyerin beri yanındakilerin önemli bir kısmının o tabloyu “teslimiyet” olarak okuduğu görmezden gelinmemesi gereken bir gerçek.
Bir taraf “PKK teslim oldu” görüşüne sıkı sıkıya sarılıyor, diğer kanat ise PKK’nın silahları imha ederek “top sizde” dediğini ve barış için bir fırsat kapısı araladığı görüşünü savunuyor…
Ortada bir uzlaşı mı var, yoksa bir taraf diğer tarafı dize mi getirdi?
Kim hangi anlamı yüklerse yüklesin silahlara veda etmenin başka ülkelerdeki benzer deneyimlerin aksine bir son değil, başlangıç olduğu aşikar. Bundan sonrası karşılıklı atılacak adımlarla şekillenecek. Hatta şekillenmeye başladı bile.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, önceden “çok önemli açıklamalar yapacak” diye duyurulan konuşmasını yaptı.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un gündemde tuttuğu ve DEM Parti’nin de sıkça dillendirdiği Meclis çatısı altındaki komisyonun kurulacağını ilan etti…
Sözü hiç dolandırmadı: “O ki silahlar bırakıldı, sürecin yasal ihtiyaçları bundan böyle Meclis çatısı altında konuşulacak; bu da süreci tamamına erdirecek adımların ilki olacak…”
Erdoğan’ın konuşmasına kulak kesilen başta Kürt kamuoyu olmak üzere geniş kesimler için bu açıklamanın fazlasıyla tatmin edici olduğunu süreci takip eden herkes zaten biliyor. Umulan da bu: Süreç tarafların karşılıklı atacakları adımlarla “pişire pişire” olgunlaştırılacak ve zaten arzu edilen de bu.
Ancak dinleyenlerde tam ve beklentilere cevap veren bir konuşma olduğu kanaati hakim olmuşken son noktayı “Cumhur İttifakı, DEM Parti ile birlikte süreci ‘pişirerek’ geleceğe taşıyacak… AKP- MHP-DEM üçlü olarak bu yolda beraber yürümeye karar verdik” diyerek koydu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından dökülen bir cümle soğuk duş etkisi yaratmadı değil. Siyasi kulisler hareketlendi, “Bunun anlamı DEM Parti Cumhur İttifakı’nın bir parçası mı oldu?” sorusu hızla dolaşıma girdi ve sorular birbirini izledi.
Cevap “Bu ittifak süreç ittifakıdır, kesinlikle başka bir ittifak olarak algılanmamalı” diyen Pervin Buldan’dan geldi ve ittifak ortağı olmadıklarını deklare etti. Bu duruma bakıldığında bile her şeyin asıl şimdi başladığı, TBMM çatısı altında kurulacak komisyon ile atılacak adımların hassas dengeler üzerinde seyredeceğini göstermesi açısından yol gösterici olduğunu söylemeye hacet var mı bilmem….
Anlaşılan o ki silahların imhası bir iyi niyet göstergesi ve artık sonrası karşılıklı atılacak adımlara bağlı. Çünkü her şey asıl şimdi başlıyor. Bildiğimiz şu: TBMM’de komisyon kurulacak ve pürüzler aşama aşama kaldırılmaya çalışılacak.
Bilmediğimiz ise çok şey var… Silahların tamamı yakılmayacağına göre nasıl yok edilecek, silahını teslim edenleri nasıl bir gelecek bekleyecek ya da topluma entegre edilecek, bütün bunlar için karşılıklı hangi adımlar atılacak? Yeni yargı paketinde DEM Parti’yi tatmin eden başlıklar yer alacak mı, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ bu sürecin neresinde yer alacak? DEM Parti örneğin kent uzlaşısı kapsamında görevden alınan belediye başkanları ile ilgili bir tutum sergileyecek mi? İşte sürecin şimdiden sonrasını şekillendirecek olan bu sorulara verilecek cevaplar…
Tabii sırada yeni anayasa çalışmaları da var ve henüz ona sıra gelmedi…
Medyascope