Erdoğan, Özel’den ne istiyor?

Şu zamanlarda havalardan sıcak bir şey varsa o da Türkiye siyasetinin gündemidir. İktidarın taarruz stratejisinin ürettiği gerilim, siyasetteki harareti her geçen gün biraz daha artırıyor. Ayakta kalabilmek adına, ekonomik tufanı da göze alarak sınırsız ve ölçüsüz biçimde muhalefet üzerinde baskı kuran Erdoğan, CHP’li belediye başkanlarının bir bir gözaltına alındığı günlerde, partinin lideri Özgür Özel’i de “hizaya getirmenin” yollarını arıyor. Peki, Erdoğan Özel’den aslında ne istiyor?
Bu soruya cevap vermeden önce Erdoğan’ın neden Özel’in frene basmasına ihtiyaç duyduğunu anlamakta yarar var. Erdoğan, kendi iktidarının devlet kontrolü yönünden en güçlü, toplumsal destek yönünden en zayıf döneminde. Bu denge Erdoğan için bir tahterevalli gibi seyretti. Toplumsal desteğinin olduğu koşullarda, bugünkünün aksine devleti kontrol etme avantajından mahrumdu. Aslında tam da bu kontrol mahrumiyeti, ona siyasal meşruiyeti yaratan faktördü.
Erdoğan, iktidarının ilk döneminde, “devleti yöneten elitlere karşı” yetki talep ediyor ve bunu muhafazakârlar başta olmak üzere toplumun geniş kesimlerinden alabiliyordu. Ancak Erdoğan zamanla devletin kendisi olup merkezi temsil etmeye başlayınca, bu ideolojik söylemin etki ve inandırıcılık kapasitesi de tedrici biçimde azaldı. Bir bakıma “milletin adamı” Erdoğan, “zat-ı devletleri”ne dönüşen Erdoğan’a yenildi.
Bu yenilgi, onun kitle onayını en dar çerçeveye hapsederken siyasal İslamcı fikriyatın tahayyülündeki iktidar, çok da tatmin edici sonuçlar üretmediği anlaşılan “şahsım devleti”nde somutlaştı. Dahası, “millet” denen topluluğun da sınıfsal çelişkilerden azade olmadığı gerçeğiyle yüzleşildi. Muhafazakârlık kendi zengin azınlığını ve elit kültürünü yaratırken, altta kalan geniş kalabalığa geçim derdi, yoksulluk ve hamasi söylemler kaldı.
KAYNAK KITLIĞIŞimdi ortada bir siyasi hikâye, kitleleri mobilize edecek bir motivasyon kaynağı kalmadı. Dönüp dolaşıp “Başörtülü bacılarımız eskiden üniversiteye giremiyordu” endişesine yatırım yapsa da hitap ettiği “başörtülü bacılar”ın bir kısmı, CHP stantlarında İmamoğlu’nun özgürlüğü için mücadele yürütüyor. Geriye kalanlar ise 2025 Türkiye’sinde böyle aktüel bir tehlike hissetmiyor. LeMan dergisinin hedef gösterilmesi de iyi bir örnek. Devletin polisi, bir karikatüristi aşırı kuvvet kullanımı ve ters kelepçeyle gözaltına alıp devletin bakanı övüne övüne bunun görüntülerini paylaşırsa, “din kardeşlerine” daha yapacak ne kalır? Zaten “devletlû” olunmuşsa, aynı anda “mazlum ve mağdur” olunup buradan bir siyasal refleks örgütlenebilir mi?
Siyasal İslamcılık, “mağdurluk” üzerinden nasıl güç üreteceğini biliyordu; üstün konuma geçtiğinde ise siyaseti kitleselleştirme yeteneği köreldi. Çünkü zaten, heybesinde daha fazlası yoktu. Erdoğan iktidarının bugün yaşadığı ve asla aşamayacağı ideolojik kriz budur. İnşa edilen “güvenlik rejimi” ve yaratılmaya çalışılan “güçlü devlet” algısı, yıllar boyunca oluşan enkaz ve halkın geçim güçlüğü çektiği güncel koşullarda oldukça kısıtlı bir karşılık üretebiliyor. İşte bu yüzden AKP tarihinde ilk kez, CHP’nin “hodri meydan” diyerek çağrısını yaptığı sandığa bu denli ürkek bakıyor.
İktidardaki bu gerilemeyle birlikte muhalefet, rüzgârı arkasına almış durumda. CHP yarım asır sonra, dolayısıyla AKP’li yıllarda ilk kez birinci parti konumuna yükseldi. Cumhurbaşkanlığı seçimine dair oluşturulan simülasyonlarda da CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’nun Erdoğan’dan fazla oy aldığı görülüyor. Sadece İmamoğlu değil Mansur Yavaş da Erdoğan’ı geride bırakıyor. Rejimin bunun karşısında yapabileceğini düşündüğü tek şey muhalefetin ivmesini baskıyla kırmak; yürütülen çeşitli dava ve soruşturmalar üzerinden CHP’de bir iç karışıklık çıkarmak.
Fakat mevcut denklemde iktidarın planlarını bozan bir aktör var; siyaseti 19 Mart’ta sokaklara taşan toplumsal muhalefeti referans alarak yapan ve çıtayı her geçen gün biraz daha yukarı taşıyan Özgür Özel. CHP lideri son 4 ayda iktidarın beklentilerini iki yönden boşa çıkardı. Birincisi, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından gösterdiği performansla partisini bütünlük içinde tutabilmesi oldu. İkincisi, geri adım atmadan iktidarın belirlediği sınırlar içinde siyaset yapmayı reddetmesi ve partisini iktidarı AKP’den almak için hemen seçim isteyen bir kulvarda kararlı şekilde koşturabilmesiydi.
Erdoğan, karşısında böyle bir CHP istemiyor. Zira kitleselleşmiş ve Özel’in deyimiyle “çoğunluk enerjisini” ele geçirmiş bir CHP ve onun adaylarıyla demokratik zeminde mücadele edebilecek bir gücünün olmadığını biliyor. Haliyle tek sorun İmamoğlu değil ve Erdoğan’ın sorunu, İmamoğlu’nun ekarte edilmesiyle çözülmüyor. İmamoğlu, değişim iradesinin adayı olabildiği için güçlendi. Eğer CHP liderliği, geniş muhalefet cephesinin merkezinde yer alacak ve değişim iradesini sahiplenmeye devam edecekse, bir adayın engellenmesiyle milyonların değişim talebi yok edilebilir mi? Elbette mümkün değil, Erdoğan işte tam da bu yüzden CHP’yi teslim almaya uğraşıyor. Bunun için elindeki tek kozu kullanıyor; devlet gücü. Erdoğan, sanıldığı gibi kendi kitlesinin ya da toplumun genelinin operasyonlara ikna olup olmamasıyla pek ilgilenmiyor, iktidarın elinde olup olmamasıyla ilgileniyor.
YENİ NİZAM VE CHPRejim değişikliğinin kalıcı hale gelmesi, Kürt hareketinin “süreç”le görece kontrolde tutulduğu bir zaman aralığında, CHP’nin, sınırları Erdoğan tarafından çizilen bir alanda siyaset yapmasına bağlı. AKP-MHP ittifakı, CHP’den “anamuhalefet” rolüne sadık kalarak, kurulmaya çalışılan yeni nizamın ana kolonlarından biri olmasını bekliyor. Bu nizamda iktidar değişikliği talebi yok, güçlü muhalefet yok, bilinen anlamıyla demokrasi yok. Erdoğan’ın liderliği etrafında bütünleşmiş bir “iç cephe” var.
Özgür Özel’i “Ankara merkezli siyaset yapmaya” çağıran Erdoğan, esasında CHP’yi iktidar olma iddiasından vazgeçirmek istiyor. Eylül ayına ertelenen kurultay davası, CHP’nin “iktidarı değiştirme” iddiasına verilen “O zaman biz de CHP’yi değiştiririz” cevabından, partiyi “onaylı muhalefet” statüsüne tav bir kadronun eline verme tehdidinden başka bir şey değil. Bu belki fiili olarak değil ama siyasi olarak “CHP’nin kapatılması” demek. Özgür Özel’in muhalefet çizgisi ve son günlerdeki sözleri, rejimin niyetini anladığını gösteriyor.
Bu bir CHP meselesinden ya da Erdoğan-İmamoğlu rekabetinden çok daha fazlası. Ülkenin, iktidar gücünün serbest seçimle devredilmesi geleneğinin sürüp sürmeyeceğinden endişe duyulan kritik bir aşamanın içinden geçtiği gerçeği bir saniye bile unutulmamalı. Düzenin muhalefeti teslim alma girişimine karşı sergilenecek birleşik direniş, Cumhuriyet’in de kaderini tayin edecek.
BirGün